3 Adet Kısa Yaşanmış Korku Hikayeleri

Ahmet Asım Anadolu’nun güzel köylerinden birinde yaşayan, çok sevilen, cesur yürekli, yokluk görmüş, yardımsever biriydi. 60 sene önceydi 40 yaşlarındaydı. Ahmet Asım köy muhtarının yardımcısıydı. Çocuklar onu çok severdi. Bir kızı vardı. Onu da evlendirmiş, başka çocuğu olmadığı için eşiyle yalnız yaşıyorlardı. Örnek bir çifttiler. Birbirlerinin gözlerine sevgiyle bakıyorlar hiç kırmıyorlardı. Köyün bütün çocukları bu karı kocayı çok seviyorlardı. O’na Asım Baba diye hitab ediyorlardı. Evleri yol üstündeydi. Yoldan geçen herhangi bir çocuk olsun ona seslenirler eline şeker, meyve, yumurta, artık o an evlerinde ne varsa verirlerdi ve çocukları sevindirirlerdi. Yoldan geçen insanları davet ederler çay, kahve ikram ederlerdi. Aç olanların karnını doyururlardı.

Ahmet Asım çiftçilik yapıyor Bahar da eker Yazın mahsul alır kalan zaman da iş olmadığı durumlarda gezerdi, şehir şehir, ülke ülke. çok yer gezmiş, kendini yetiştirmiş sevilen biriydi.

Bir gün muhtarlıkta çalışırken köyde yaşayan, kimi kimsesi olmayan, yetim yanına Mustafa gelir.

– “Asım Dayı sana bir diyeceğim var,” diyerek söze başlar ve Ahmet Asım dikkatlice onu dinler.

– “Bir arkadaşımın düğününe gitmiştim, dönüşte yol  Çamurduk köyünden geçiyordu, çeşme başına gittim çok yorulmuştum bir tas su içtim. Başımı kaldığımda bir kız gördüm, öyle güzel öyle masumdu ki,  tam 13 gün oldu. hiç aklımdan çıkmıyor, yemek yerken, su içerken, dayı yardım et. Onu düşünmeden bir şey yapamıyorum. Yüzü, hele, hele gözleri, hep gözümün önünde koca koca, yeşil yeşil, o sürmeli gözleri, derin derin bana bakıyor, günlerdir uykusuzum ne yapmalıyım?”

Ahmet Asım küçük bir tebessüm eder sonra;

-“Dur, dur sakin ol” der.

– “Yeğenim sen aşık olmuşsun, söyle bakalım sordun mu kimmiş?, kimin kızıymış?, adı neymiş?”der

Mustafa

-“Asım dayı adı Halime imiş o da benim gibi yetimmiş, hasta bir halası varmış onunla kalırmış.” der.

Ahmet Asım;

-” O zaman sen git bana Osman dayını çağır, ben O’nu da alıp şu köye bir gideyim madem öyle bu kızı isteyelim onunda gönlü varsa sizi evlendirelim,” der.

Mustafa heyecanlanmış hiç beklemediği bir şeyle karşı karşıya kalmıştır. O an  hem sevinmiş, hem korkmuş değişik duygular yaşamaktadır. 19 yaşında ilk defa aşık olmuş ne yapacağını bilmemektedir. Evlenmeyi düşünmemiştir bile çok şaşırmış şok halindedir. Babadan kalma evde, babadan kalma bir kaç dönüm bir toprağın mahsulüyle geçinmektedir. Osman aynı zamanda Ahmet Asımın yeğenidir. A. Asım Osman gelince Mustafa’yı evine gönderir. Atlarına atlayıp Çamurduğa doğru yola çıkarlar.

Gece yarısı orada olacakları için geceyi başka bir köyde geçirip sabah tekrar yola çıkmayı planlarlar. Çamurduk köyüne yakın köylerden bir olan Çalıköy’e gelirler. Ahmet Asım buranın muhtarını çok iyi tanımaktadır, bu yüzden geceyi burada geçirmeye karar verirler. Muhtar uzun zamandır görmediği arkadaşını görünce  çok sevinir, kucaklaşırlar. Ahmet Asım durumu anlatır. Geceyi geçirmek için, muhtar onlara köy odasını hazırlatır. Odalarına geçerler. Biraz sohbetten sonra,

Osman;

– “Ben hemen uyuyacağım çok uykum var,” der.

hatta biraz dır dır eder, “bizden başka kız isteyecek adam yok mu?, beni de getirdin buralara kadar,” diye söylenir durur.

Ahmet Asım bıyık altından güler, ve “hadi yat uyu, sabah erken kalkacağız,” der.

Ahmet Asım yatağına gitmeden Osman horlamaya başlar, Ahmet Asım;

– “Şunun yastığını düzelteyim de horlaması dursun,” der.

Tam o anda bir kara sinek Osman’ın burnundan çıkıp vızıldamaya başlar, Osman’ın horlaması birden kesilir odanın içinde dolanır dolanır, yerdeki tahtanın oyuğundan içeri girer. Ahmet Asım bunu görünce çok şaşırır. Eliyle oyuğun ağzını kapatır. Sinek eline çarpmaya başlar. 5-10 saniye sonra Osman büyük bir acıyla inler ve nefesi kesilir. O an elini çeker ve hemen Osman’a seslenir. Elini çekmesiyle oyuktan çıkan sinek tekrar Osman’ın burnundan içeri girer. Sonra Osman nefes nefese, terler içinde uyanır. Ahmet Asım;

– “Ne oldu sana?”der

Osman cevap verir;

– “Çok kötü bir rüya gördüm. Rüyamda uçuyordum, birden kara bir deliğe girdim ve orada hapis oldum, çıkamadım. Sonra havasız kaldım tam ölüyordum ki uyandım. Çok korkunçtu,” der.

Ahmet Asım;

– “Korkma artık, ben buradayım, zaten uykuda tutmadı, ben seni beklerim. Yine olursa uyandırırım,” diyerek Osman’ı sakinleştirir.


Kendi kendine  “Bu neydi şimdi?” der. Tamamen uykusu kaçmıştır.

Osman yerde yatmaktadır. Ahmet Asım’ın yatağı sedirin üzerindedir.

Önce silahını çıkarır yastığın yanına koyar. Sonra yatağın üzerine oturur, ellerini başının arkasına koyar ve arkasına dayanır, ayaklarını uzatır. Bu şekilde yarım saat kadar bu durumu düşünür. Bir kaç dakika sonra kapının dışından bazı sesler gelir, hemen silahını alır yatağından doğrulur. Osman korkak biri olduğu için, kapıyı kilitlemiştir, ayrıca arkadan mandallamıştır. Yani kilit açılsa bile mandal demir olduğu için mümkün değil açılmaz. Fakat sesler iyice yaklaşmış, bir uğultuya dönüşmüştür. Kilit açılmış, mandalın sürgüsü kendiliğinden çözülmüştür. Yavaş ve uzun bir gıcırtıyla kapı ardına kadar açılınca, Ahmet Asım gördüklerine inanamamış,  gördüklerinin ne olduklarını anlamaya çalışmıştır. Tek sıra halinde içeriye girmişler, uzun, arkası gözükmeyen bir kalabalık, kimi uzun, kimi kısa, hele en öndeki çok uzun boylu, ayağına kadar uzun elbiseli,  yüzünün yarısı traşlı, yarısı göbeğine kadar sakallı, onun yanındakinin kolunun biri uzun biri kısa, başı silindir gibi, kiminin ayakları ters, kiminin başı. Bir anlam verememektedir. Hemen silahını üzerlerine doğrultur. Her biri bir yana kaçışır. Silahtan çok korkarlar. en öndeki liderleri;

-“O silahı kaldır ve in ordan aşağıya çekil,” diye seslenir.

Ahmet Asım inersem zarar verirler diye düşünür yavaşça yatağına oturur, ayaklarını uzatır, silah elinde bekler. Sabaha kadar bir girer bir çıkarlar. Ahmet Asımı indirimezler oradan aşağıya.  Bu böyle 4-5 defa tekrar eder. Ahmet Asım yorgunluktan helak olmuştur. Bir an uykuya dalmıştır. İşte o an takır takır diye bir ses ve sırtında büyük bir acıyla kendini yerde bulmuştur. Çünkü ayakların tutup yere sürüklemişlerdir. Gözlerini onlara doğrulttuğunda kimi sedirin üstünde, kimi duvardan geçmekte, kimi yerdedir. Liderleri;

-“Al arkadaşını git, üstüne basarlarsa ömür boyu sakat kalır, ve atlarınızı ters çevirdik ölmek üzereler, bize yol verseydin bunlar olmazdı,” der.

Ahmet Asım hemen Osman’ı kaldırır ve atları kurtarmaya gider. Atlar gerçekten de ayakları havada sırtları yerde acı içinde kıvranmaktadırlar. Çok ürkmüşlerdir, güçlükle sakinleştirirler ve ayağa kaldırırlar. Bu arada sabah ezanları okunmaya başlar ve Ahmet Asım’ın içine de bir ferahlık gelir. Osman ise hiç bir şeyin farkında değildir. Ne olduğuna anlam veremez. Ahmet Asım Osman’a “git atları gezdir biraz rahatlasınlar” diyerek oradan uzaklaştırır ve muhtara gider durumu anlatır. Muhtar ise;

– “Uzun zamandır kimse kalmadı burada en son 2 sene önce böyle bir şey yaşanmıştı, gereksiz yere korkutmak istemedim, gittiler sandım,” der. “Onlar bazı geceler gelirler ve oradan geçer giderler, eğer yol verirsen zarar vermezler, aslında biz de ne olduklarını bilmiyoruz. Köyde bir kaç kişi biliyor onların varlığını,” der.

Ahmet Asım muhtara çok kızar ve  oradan ayrılmadan önce ihtiyar heyetini toplar, durumu anlatır. Başka bir yere yeni bir misafirhane yapmaları konusunda anlaşırlar. “Onları Osman görseydi korkudan ölebilirdi,” der.

Olanlardan Osman’a bahsetmemiştir.

Daha sonra atlarına atlayıp Çamurduğa doğru yola düşmüşler ve 1 saat yolculuk sonunda oraya ulaşmışlar. Kızın evini bulup halasına kendilerini tanıtırlar ve Mustafa’nın durumunu konuşurlar, Allah’ın emriyle kızı isterler.  Hala kızla konuşur ve cevap verir;

– ” Ben çok yoksulum düğün edecek gücüm yok, karnımı zor doyuruyorum. Bu kızcağıza çeyiz bile yapamadım. üstündeki giysilerinden başka bir şeyi yok, onları da zaten başkaları verdi. Ben güzel kızımla konuştum, onunda gönlü var. Siz kızı götürün yol uzak, nikahını, düğününü yapın. Benden başka kimsesi yok zaten. Bende oraya gelemeyecek kadar rahatsızım. Garibin bir yuvası olsun. Düğünden sonra damatla bana gelsinler elimi öpsünler,” der.

Ahmet Asım duruma şaşırır, “Aman hanım sen bizi bilmeden genç kızı nasıl emanet edersin”, der.

Kadın;

– “Sen bilmiyorsun herhalde buralarda Osman’ı pek bilmezler, ama Ahmet Asım dedin mi herkes bilir kendin gelmeden namın geldi,senin nasıl biri olduğunu biz biliyoruz. Kızım sana emanet, bir şey olursa senden bilirim,” der.

Ahmet Asım da bunları duyunca çok sevinir. “Yolumuz uzun geceye kalmadan biz yola çıkalım,” der. Kızı da alıp evin yolunu tutarlar. Osman ne kadar istese de hiç bir yerde konaklamazlar. Sadece atları dinlendirip tekrar yola düşerler. Sabaha karşı eve gelirler. Evde dinlendikten sonra Ahmet Asım gider Cami hocasını ve Mustafayı alır gelir. Çocukların nikahlarını kıyarlar. Sonra ilçeden memur istenir. Resmi nikahları kıyılır. Düğüne kadar kız Ahmet Asımlar da kalır. Sonrasında köylü birleşir yetimlerin düğününü yaparlar. Söz verildiği gibi halaya da gidilir. Yetimler, köylü, hala ve Ahmet Asım iyi bir şeye vesile olmuşlardır ve çok mutludurlar.
Bundan 20-30 yıl kadar önce, güzel Anadolu’muzun Bursa ilinde bir kız çocuğu dünyaya gelir. Anne babasının çok istediği fakat geç kavuştuğu kız evladı.

Kız bebek öyle güzeldi ki, anne ve babası ancak meleklerin bu kadar güzel olabileceğini düşündüler ve güzel kızlarına Melek ismini verdiler. Melek, anne babasının göz bebeğiydi, başka kardeşi olmadı, o yüzden ailesi O’nu hem erkek, hem kız gibi yetiştirdi. Melek akıllı, başarılı, çalışkan ve yürekli, her işin hakkından gelebilen bir kızdı. Anne ve babası Melek için her şeyin en iyisini düşünüyorlardı. Çok ileri yaşta çocuk sahibi oldukları için Meleğin hayatta yalnız kalmasından korkuyorlardı, bu yüzden Meleğin okuyup meslek sahibi olması gerekiyordu. Böyle de oldu, güzel kızı okutup yetiştirdiler ve bir meslek sahibi olduğunu gördüler. Çok yaşlanmışlardı. Melek Sivas’ın köylerinden birine öğretmen olarak atanmıştı. 2 yıl mecburi görevi vardı. Anne hastaydı, baba ise yolculuğa dayanamayacak kadar yaşlı. Melek ise bu görevi icra etmenin heyecanı içinde idi. Fakat ailesinden ayrı kalacaktı, aklı hep onlardaydı. “Sayılı gün çabuk geçer, arada tatiller var, onları görmeye gelirim, mektup yazarım,” diye kendini teselli etti. Anne ve babasının ısrarlarıyla Sivas’ a gitmeye karar verdi.

Anne ve babası çok mutluydular, kızlarına güveniyorlar onunla gurur duyuyorlardı, geriye bir tek arzuları kaldı ki o da güzel yavrularının mutlu bir yuva kurduğunu görebilmek.

Melek öğretmen görevini icra etmek için Sivas’a doğru yola çıktı. Öğretmen olmayı çok istediği için, bu emelinin gerçekleşmesiyle mutluydu fakat biricik anne ve babasını bırakıp gitmek O’na acı veriyordu bu yüzden üzgün ve karışık duygular içindeydi.

Sivas’a geldikten sonra ancak birkaç arabayla gideceği köye ulaşabilmişti. Yolu çok engebeli, dağların arasında, küçük sevimli bir köydü. Geldiğini bildirmek için önce okulunu buldu. Okul çok küçüktü. Aynı sınıfta hem1. Sınıflar hem de 2. Sınıfların eğitimi yapılmaktaydı. Eğitimde zordu, oradaki yaşam da. Okula başvurusunu yaptıktan sonra, sıra gelmişti kalacak bir yer bakmaya. Okul yakınlarında bir tek lojman vardı orada da okulun müdürü kalıyordu.

 Üstelik ona yardımcı olan, yol gösteren kimse de yoktu. Köy meydanına doğru indi ve orada ahşap, çok eski görünümlü, 2 katlı bir ev vardı. Önce etraftakilere “Buralarda kiralık ev var mı?” diye sordu.  İnsanlar burada boş ev bulunmaz. Sadece şu ahşap ev var. Orada da 10 senedir kimse oturmuyor. “Ev hakkında pek iyi şeyler söylenmiyor, tavsiye etmeyiz hiç buraya bakma, sağ giren ölü çıkıyor, bu yüzden de kimse burada durmaz.” Derler.

Kendi kendine düşünür;

“Herhalde köyde yabancı istemiyorlar, bu yüzden böyle söylüyorlar”

“Burada başka evde yok bu evi tutmalıyım ”der.

“Ben buraya öğretmen olarak geldim ve burada kalacak yere ihtiyacım var” diye köylülerden rica eder.

Köylüler Melek öğretmeni muhtarla görüştürürler.

Muhtar;

“Köyde boş ev yok, sadece bu ahşap ev var. Orası da 10 senedir boş, sahibi vefat etti. Kimi kimsesi olmadığı için ev öyle kaldı. İki kere kiraya verdik, köye katkı olsun diye, iki kiracının da girdiğinden 2 gün sonra ölüsünü bulduk o yüzden kiraya da vermiyoruz” der.

“Melek öğretmen bana verin bir şey olmaz üstünden 10 yıl geçmiş der”. Ne yapar ne eder, muhtarı ikna eder. Muhtar evi verir vermesine de çok endişelenir. “Melek öğretmene her sabah gelip sana bakmak şartıyla veririm der.”

Ve Melek öğretmen evi kiralar. Anlatılanlara pek inanmaz köylerinde yabancı istemediklerinden korkutup uzaklaştırmak için söylediklerini düşünür.

Hemen bakkaldan temizlik malzemesi alır.  Muhtar da önce Melek öğretmenin karnını doyurur sonra da yatacak yatak, yorgan, kap kacak yardımında bulunur. Melek Öğretmen acele acele eve gider, çok heyecanlıdır. Hemen temizliğe başlamak ister.

Ev uzun zamandır kullanılmadığı için her yer toz ve örümcek ağlarıyla kaplıydı.

Melek öğretmen;

 “Temizlense, bir de badana boya yapılsa, aslında ev çok güzel, büyük bir köşk, kocaman da avlusu var,” der kendi kendine.

Üstünü değişir tam işlere başlamak üzereyken kapı yavaşça açılır ve içeri garip bir şey girer. Kısa boylu, yemyeşil, maymuna benzeyen, ama maymun değil, zıplayarak yürüyen aynı zamanda ellerini birbirine vuran, pörtlek ve kırmızı gözlü, kepçe kulaklı, boynuzları kafasına yapışık olan garip bir şey. Melek öğretmen şaşkın ve endişelidir. Ömründe böyle bir şey görmemiştir ve muhtarın anlattıkları aklına gelir. Geriye doğru yürür. O varlık ayakları üstünde zıplayarak, ellerini birbirine vurur ve “Yok mu bana bir iş, yok mu bana bir iş,” diye söylenerek kızın üstüne yürümeye başlar ve tam ellerini güzel kızın boğazına geçirecekken Melek öğretmen “var”. Der. “Sana yapacak iş çok” der.

Melek öğretmen çok korkmuştur. Hemen kendini toparlar ve aklını kullanır.

“Hemen evi temizle, tozları al, örümcek ağlarını temizle, sonra da badana yap” der.

O ilginç varlık şaşkınlıkla durur. Karşısına çıktığı kimse böyle davranmadığı için onları öldürmüştür ve hızla Melek öğretmenin dediklerini yapmaya başlar. Melek öğretmen çok korkmuştur. Heyecanla o şeyi izlemektedir. Olduğu yerde kalakalmıştır.

2 saat içinde her yer pırıl pırıl olmuştur. Yaratık Melek öğretmenin söylediği işleri bitirmiş ve tekrar zıplayarak  “yok mu? bana bir iş” demeye başlamıştır. Melek öğretmen bunu tahmin ettiğinden işleri sırasıyla ona söylemiş sabaha kadar onu oyalamıştır. Sabah ezanlarından sonra yaratık yine işleri bitirmiş, başlamış zıplamaya ve “yok mu bana bir iş” diye söylenmeye. Hiç yorulmuyormuş. Sürekli hareket halindeymiş.

Melek öğretmen bütün gece, sabaha kadar ondan nasıl kurtulacağını düşünmüş. Sonra yaratığa “git, yerde bir tek yaprak kalmayana kadar avluyu temizle ve daha sonra avlunun en ortasını bul orayı kazmaya başla, öyle derin kaz ki oraya çok büyük bir kökü olan ağaç dikeceğiz, ben dur diyene kadar kaz, der”  ve yaratık Melek öğretmenin söylediğini yapmaya başlar.

Yaratık avluyu temizleyip, kazıya başlamıştır. Aradan 3-4 saat kadar geçtikten sonra Melek öğretmen eline küreği alır, yaratığın dışarı attığı toprağı tekrar onun üstüne doğru atmaya başlar. Hiç toprak kalmayana kadar o çukuru doldurur. Sonra etraftan taş, kaya gibi şeyler bulup oraya koyar. Yaratığı toprağın karanlığına gömmüştür. Eve gider, biraz dinlenmek için oturur ve gözlerini kapatır. O an kapı hızla vurur. Melek öğretmen korkarak ayağa kalkar yavaşça kapıya bakar karşısında muhtarı görünce rahatlar. Küçük bir tebessümle “hoş geldiniz” der.

Muhtar;

“Seni merak ettim, bir sıkıntı var mı?” diye sorar.

Melek öğretmen;

“yok bir sıkıntı, ben iyiyim,” der.

Muhtar şöyle etrafa bakar “her yer tertemiz maşallah kızım sen hiç uyumadın, sabaha kadar temizlik mi yaptın” der.

Melek öğretmen;

“Şey evet çok yoruldum.” Der.

Muhtar;

“hadi kızım biraz yat dinlen artık,” diyerek oradan ayrılır.

 Birkaç gün sonra çok şiddetli bir yağmur yağar, arkasından kızgın bir güneş, hava çok sıcaktır. Melek öğretmen okuldan gelir. Kapıyı açıp avluya doğru ilerler bir de ne görsün! Çok ilginçtir. Yaratığı gömdüğü yerden bir fidan çıkmıştır. Şaşkınlıkla, “iki gün önce burada fidan midan yoktu, buda neyin nesidir,” diye düşünür.


Eve girer, birkaç gün bekler, her gün okuldan gelince önce avludaki fidana bakar. Hızla büyümektedir. Yaz gelmiş, fidan ağaç olmuştur. Üstelik meyve vermiş, sonbahara doğru meyveler olgunlaşmış, çok güzel görünüyorlardı. Melek öğretmen ömründe ilk defa böyle bir şey görmüştür ve ağacın ne ağacı olduğunu bilmemektedir. Meyveler sanki “beni ye, beni ye,” der gibi kızıl kızıl ışıl ışıl parlıyorlardı.

Melek öğretmenin aklına bir şey gelir  ve hemen avludaki eski ekmek fırınını ateşler. Fırının ateşi iyice kızdıktan sonra tüm meyveleri ateşe atar ve tamamı yanıp yok olana kadar bekler.  Meyveleri düşen ağacı da ateşe verir. Ağaç yanarken bir çığlık sesi göklere yükselir.

Ağaç köklerine kadar yanmıştı. Böylelikle Melek öğretmen bu beladan tamamen kurtulur. Ağacın küllerini toprağa gömmüş, avluyu güzelce temizlemişti. Tam elini yüzünü yıkamış eve girmek üzereyken sokak kapısı hızla vurur, Melek öğretmen, yavaşça kapıyı araladı ve gördüklerine inanamadı. Güzel öğretmenin sevgili anne ve babası kapıdaydı. Annesi iyileşmiş babası da gayet dinçti. O tarafa gelen bir akrabaları arabasıyla gelirken Melek öğretmenin anne babasını da getirerek birbirlerine hasret bu güzel insanları kavuşturarak mutlu etmişti. Melek öğretmen annesine sımsıkı sarılıp, uzun uzun ağladı, ağladı annesini öptü. Onlara çok ihtiyacı olduğu anda ailesi yanındaydı.
Tüyler ürperten Hikaye..!
Philadelphia Deneyi ve Kayıp Geminin Sırrı
1930’lu yıllarda Amerikan hükümeti bilim adamlarından gemilerin radarlarda görünmemesini sağlayacak bir yöntem geliştirmelerini ister. 10 yıllık çalışmanın sonunda proje deneme aşamasına gelir. Deneyde Amerikan donanmasında görevli olan Eldridge adlı gemi kullanılacaktır. Gemi elektromanyetik alan oluşturmaya yarayacak tonlarca ekipmanla donanır ve 22 temmuz 1943’te saatler 09:00’i gösterirken jeneratörler çalıştırılır. Eldridge’in etrafını önce yeşil bir duman kaplar. Duman çekildiğinde ise deneyin istenenden daha başarılı olduğu anlaşılır. Çünkü Eldridge mürettebatıyla beraber “gözden” kaybolmuştur!

İşte bu tüyler ürperten bu hikaye, o tarihten bu güne kadar resmi makamlarca defalarca yalanlanmasına rağmen en çok merak edilen konulardan biri olmuştur.

‘Philadelphia Deneyi’ olarak adlandırılan deneyin yapılmış olma ihtimalinden ilk söz eden kişi Morris K. Jessup’dur. UFOlar üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan amatör bir gök bilimci olan Jessup’un deney ile olan ilgisi 1955 yılında eline geçen bir mektupla başlar.

Mektup, Carlos Miguel Allende adında birinden geliyordu ve deneyden detaylı olarak bahsediyordu.

İddiasına göre Allende, deneye gözlem gemisi olarak katılan SS Andrew Furuseth adlı şilepte görevli bir denizciydi. Deneye baştan sona şahit olmuştu.

Deneyin hazırlık aşaması

Deneyin temelinde Einstein’in Birleşik Alan Teorisi vardı. Teori, basitce, nesneler arası çekim esası ve elektromanyetizma üzerine kurulmuştur. Einstein, 1920lerden itibaren bu teorisi üzerine yoğunlaşmış, 1925-1927 yılları arasında Almanya’da, bir fizik dergisinde yaptığı çalışmaları yayımlamış, ancak bu çalışmalarını hiçbir zaman tamamlayamamıştı.

İddiaya göre deneyin çalışmaları 1930 yılında Chicago Üniversitesi’nde başlamış, bir yıl sonra da Princeton Üniversitesi’nde devam ettirilmişti.

Hatta Albert Einstein, Dr.John von Neumann ve Dr.Nikola Tesla’nın da zaman zaman proje dahilinde çalıştıkları iddia edilmiştir.

Birleşik Alan Teorisi’nin deneye uygulanışı ise “çok güçlü bir elektromanyetik alan oluşturup gemi üzerine gelen ışığı (ve radar sinyallerini) kırarak ya da bükerek optik görünmezlik sağlamak” şeklinde düşünülmüştü.

Bu doğrultuda 75 KVA gücündeki iki dev jeneratör geminin ön top taretlerinin altına monte edildi, buradan geminin güvertesine 4 manyetik ışın yayılacaktı.

3 RF vericisi (her biri iki megavat CW gücündeydi ve onlar da güverteye monte edilmişti), 3000 adet 6L6 güç artırıcı tüp, iki jeneratörün oluşturduğu gücü yayacaklardı, özel eşleme ve modülasyon devreleriyle diğer ekipman, oluşan kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman gözlemcileri için görünmez olacaktı.

Amaç görünmezlikti fakat iddiaya göre donanma bu deneyde tesadüfen de olsa maddenin ışınlanması gerçekleşti!

Deneyin gerçekleştirilişi

carlos allendeAllende, deneyin 22 Haziran 1943’te sabah 09:00’da jeneratörlere güç verilerek başlatıldığını söylüyordu.

Bu aşamadan sonra yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başlamış ve USS Eldridge ortadan kaybolmuştu. Devamını şöyle anlatıyordu Allende :

“Bir an sadece geminin çapasını görebildim, sonra o da kayboldu, ortada artık ne sis ne USS Eldridge vardı; bomboş denize bakıyorduk, bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları korku, dehşet ve heyecan içinde nefeslerini tutarak bu inanılması güç başarılarını seyrediyorlardı.


Gemi ve mürettebatı hem radarda hem de gözlerimizin önünde yok olmuştu. Her şey planlandığı gibi yürüyordu, 15 dk. sonra emir verildi ve jeneratörlerin şalteri kapatıldı. Önce hiçbir şey olmadı, arkasından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya başladı.

Ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu? Sis azalırken, birşeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk. Hemen gemiye yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını gördük, diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı, sanki hiçbirinin bilinci yerinde değildi.

Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerini hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi.

Gemi istenen radar görünmezliğine ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve 28 Ekim 1943’te deney yine aynı gemide tekrarlandı.

Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra gemi hemen hemen görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu.

gemiSonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir çizgi kaldı. Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgi de yok oldu. Şimdi gemi tamamen yok olmuştu.

Birkaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk’ta ortaya çıktı. Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philadelphia’da tekrar ortaya çıktı.

Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı. Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmedi. Bu olayın en korkunç bölümü ise beş denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde kalmalarıydı. Bu çok feci bir durumdu.

Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski haline dönemedi. Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu. Bazılarının psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insanlar vardı.

Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancak birisinin yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hale geliyorlardı, yani dokunmanın giysinin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu.

“Donma” adı verilen bu olay saatlerce, günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donduktan sonra kurtarılabilindi. Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle kaybolup, çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden olan neydi?”

Bu hikâyeye göre USS Eldridge, 28 Ekim sabahı Philadelphia limanından 640 km. ötedeki (375 mil) Norfolk askeri deniz üssüne gidip tekrar gelmiş ve bu olay birkaç dakika içerisinde olmuştu.

Jessup bu inanması güç hikâyeye temkinli yaklaştı. Allende’ye gönderdiği cevapta daha fazla ayrıntı ve varsa olayın gerçekliğiyle ilgili kanıtlar istedi.

Allende’nin cevabı ise aylar sonra geldi, fakat bu sefer gelen mektupta Carl M. Allen imzası vardı. Allen kanıtı olmadığını yazıyordu ancak hipnoz seansına katılabileceğini ya da pentotal (bilinci uyuşturarak iradeyi kıran doğruyu söyleten bir ilaç) alarak gördüklerini anlatabileceğini savunuyordu. Jessup bu mektuptan sonra yazışmamaya karar verdi.

1957 ilkbaharında Jessup, Deniz Kuvvetleri Araştırma Bürosu’ndan bir davet aldı. Büroya ulaştığında kendisine yine kendinin yazdığı (ve çoğunlukla ününü borçlu olduğu) The Case for the UFO isimli kitap gösterildi.

Bu kitap bir yıl kadar önce büroya postalanmıştı. Kitabın dikkat çekici yanı ise sayfalarda alınmış olan notlardı. Notlar üç farklı yazıyla yazılmıştı ve binlerce yıl önceki uygarlıklardan söz ediliyor, dünyaya gelen uzay araçları tarif ediliyordu.

Sonunda ise güç alanlarından, bir maddenin nasıl kaybolup, nasıl ortaya çıkarılabileceği ve 1943’te yapılan deneyden söz ediliyordu. Jessup yazılardan birinin Allen’e ait olduğunu fark edip durumu bildirdi. Sonrasında diğer yazıların da aynı kişiye ait olduğu, farklı renk ve özelliklerdeki kalemlerle yazıldığı anlaşıldı.

Bu olaydan sonra Deniz Kuvvetleri Jessup ile yeniden bağlantı kurup Allende’nin mektuplarında belittiği adresin terkedilmiş bir çiftlik evine ait olduğunu, ayrıca, Jessup’un kitabının üzerindeki notlarla ve Allende’nin mektuplarıyla birlikte yeniden düzenlenerek Deniz Kuvvetleri bünyesinde dağıtılacağını bildirdi. Rakam tam olarak bilinmemekle beraber bu şekilde 100 kadar kopyanın Deniz Kuvvetlerinde dağıtıldığı sanılmaktadır. Bu baskıdan üç kopya da Jessup’a gönderilmiştir.

Bu olaydan iki yıl kadar sonra, 20 Nisan 1959’da Morris Jessup, Miami’de Hammock Parkı’nda, kendi aracı içerisinde ölü bulundu. Polis raporlarına göre egzoz gazıyla intihar etmişti. Carlos Allende ise bir daha ortaya çıkmadı ve olay bu şekilde kapandı.
Alıntı

Yorum Gönder

0 Yorumlar